Çok korktunuz değil mi?
Varlığınızın ve gücünüzün sorgulanmasından o kadar korktunuz ki ülkenin geleceği olan gençleri, o pırıl pırıl insanları böcek gibi ilaçlayıp dağıtmaya ve neredeyse yok etmeye kalktınız. Kendinizi her şeyin merkezi olarak görüp, çoğunluğu ve otoriteyi temsil ettiğinizden o kadar emindiniz ki; kendi gençlerinizi “marjinal” olarak yaftalayıp halkın gözünde haşarat gibi göstermeye çabalamak hiç zorunuza gitmedi.
Kimsenin “haksızsınız” demeye cesaret edemediği pasif direnişlerinde üç beş ağaca sahiplenip korumak için şehrin meydanındaki parkı işgal ettiler. Ağaçları korumak uğruna otoritenin dayatmacı, söz dinlemez ve hatta zaman zaman nobran tavrına orantısız mizah ile yanıt verdiler. Mizah dergileri bile “bundan daha iyisini çizemeyiz” diyerek basınçlı suyun önünde kollarını açıp duran kadının fotoğrafını kapak yaptı. Direnişin toplumdan destek görmesi üzerine geri çekilmek zorunda kalan kolluk güçleri parkı ve meydanı gerçek sahiplerine bıraktı. Onlar ise omuz omuza vererek şehir merkezinde devletin olmadığı ancak umut, mutluluk, huzur ve hoşgörünün yeşerdiği buram buram özgürlük kokan alan yarattılar. Yurttaşların desteği ile ayakta duran, dayanışma ve omuz omuza verme ruhunu taşıyan gençler biraz utopik görünse de devletin olmadığı özgür bir yaşam alanı olabileceğini gösterdiler. Dayanışma ruhu ile hayatın düzenlenmesi, direnişe destek veren hekimler sayesinde sağlık hizmetlerinin yürütülmesi, devletin güvenlik güçlerine, otoritesine ve hatta parasına bile gerek duymaksızın bir arada yaşanabileceğini göstermesi birilerini fazlasıyla korkuttu.
Farklı cenahlardan çok farklı sosyokültürel alanlardan insanların barışçıl ortak amaç ve direniş için bir araya gelip hoşgörüyle omuz omuza durduğu böylesi bir ortamın varlığını sürdürüyor olması, giderek görünür hale gelmesi devletin varlığının sorgulanmasını başlatacağı için özellikle devlet gücünü kullanan kendini devletle özdeşleştirmişlerin dehşete kapılması için yetti.
Bilindiği gibi 6 bin yıl öncesine kadar yeryüzünde devletler yoktu ve öncesinde insanlar milyonlarca yıldır devletsiz yaşayabiliyordu. Devlet, sınırları belirli yeryüzü parçası üzerinde yaşayanların kurduğu sosyal yaşamı organize eden, güvenliği, sağlığı, adaleti ve eğitimi sağlayan bir organizasyondu. Tanımlanmış form ve normlarla temsil ettiği kitlelerin hayatlarını korumak, kolaylaştırmak ve geliştirmek için oluşturulmuştu. Tarih boyunca farklı biçimlerde ve farklı insanlar tarafından kontrol edilse de özünde devlet insanlarını temsil ediyordu. İnsanları için vardı. Ancak tarih bizlere yönetenlerin kullandıkları gücün de etkisi ile devleti kendilerinin temsil ettiğine dair farklı derecelerde hezeyanlara kapılabildiğini de söylüyor. Fransa kralı 14. Louis’nin “devlet benim” şeklinde açıkça ifade etmesine günümüzde daha az rastlasak da yöneticilerin bu kibirli tutumu devletin kurum ve görevlilerini sahiplenme biçiminde ( benim polisim, benim savcım, benim valim vb.) söylemlere sıkça yansımakta ve kendini devletle özdeşleştirme hezeyanı satır aralarından göz kırpabilmektedir.
Gün gelip “birileri” hem de şehrin göbeğinde herkesin görebileceği bir yerde devletin ve kurumlarının olmamasına karşın insanların çok daha huzurlu, umut dolu, güvenli, hoşgörülü yaşadığı bir ortam yaratıp devletin varlığı sorgulanır hale gelince gerçekten dehşete kapıldılar. İnsanlar, bırakın seçilmiş liderlerini devletin bile varlığının ve gerekliliğinin sorgulanabileceğini, bunun olası olduğunu yaşadılar ve gördüler.
Korktuğunuz kadar var.
Korkmakta ve dehşete kapılmakta haklısınız. Hatta Spartaküs isyanında olduğu gibi başka devletlerden yardım alarak düzeni sorgulayan bu tür isyanları geçici olarak bastırmayı da başarabilirsiniz. Ne yaparsanız yapın onlar boyun eğmeyecekler. Ülkenin gençleri bize çok önemli bir gerçeği gösterdiler. Başlattıkları süreç kendi yatağını bulana kadar ama sakin ama coşkulu akacak, önünde durmaya çalışan ve kendini muktedir hissedenleri de beraberinde sürükleyecek gibi görünüyor.
Varlığını ve gücünü devletten alanlara sesleniyorum; korkmakta haklısınız.